Türkiye’nin önde gelen sivil toplum kuruluşlarından Türk Eğitim Derneği (TED), 2015-2022 yılları arasında eğitim sisteminin dönüşüm alanlarını kapsayan Ulusal Eğitim Programı’nı (UEP) açıklıyor.
Raporda, önümüzdeki yıllar için Türkiye’de eğitim sistemine yönelik yol haritası yer alacak. Rapor, İstanbul’da düzenlenen toplantıda, TED Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu ve Türk Eğitim Derneği’nin düşünce kuruluşu TEDMEM’in Direktörü Prof. Dr. Ziya Selçuk tarafından açıklanıyor.
TED Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu, programın açılışında yaptığı konuşmada Türkiye’de derslik yapımı, öğretmen istihdamı, okullaşma oranı gibi nicel konularda ciddi ilerlemeler sağlandığını, ancak bazı olumlu göstergelere karşın, eğitim sisteminin çok ciddi ve kronik sorunları bulunduğunu söyledi.
“Eğitimin, bir parti ödevi değil, bir ülke ödevi olduğu ve mutlaka ama mutlaka ‘toplumsal mutabakata dayalı, ortak değerler üzerine inşa edilmiş’ bir sistemle yürütülmesi gerektiğine inanıyoruz” diyen Pehlivanoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
Konuşmama, “Bu eğitim sistemine kaç nesil daha feda edeceğiz?” sorusuyla başlamak istiyorum. Evet, “Kaç nesil daha feda edeceğiz, buna mecbur muyuz, aslında çare var mı?” Bu endişelerle çıktığımız yolda, Türk Eğitim Derneği olarak, 87 yıllık geçmişimiz ve misyonumuzdan aldığımız sorumlulukla ortaya koyduğumuz bu programın, öncelikle “bu milletin bütün evlatları için” iyi niyetle hazırlanmış bir yol haritası olarak değerlendirilmesini istiyoruz.
Eğitimin, bir parti ödevi değil, bir ülke ödevi olduğu ve mutlaka ama mutlaka “toplumsal mutabakata dayalı, ortak değerler üzerine inşa edilmiş” bir sistemle yürütülmesi gerektiğine inanıyoruz. Şunun özellikle altını çizmek istiyorum ki, hazırladığımız Ulusal Eğitim Programı, sadece bir öneri mahiyetindedir ve sadece sivil sorumluluk projesidir. Eğitimin ayrıştırıcı değil, bütünleştirici doğasının ortak bir yaşam alanı sağlayacağını teknik açıdan ifade etme çabasıdır.
Temel sorunlarımızı halletmeden atılım gerçekleştiremeyiz
Eğitimde neden bir ulusal programa ihtiyacımız var? Biz böyle bir program hazırlığını neden yaptık?
Bu soruların cevabını doğru verebilmemiz için Türkiye’de eğitimin niteliğine ilişkin bazı göstergeleri hatırlatmakta fayda var.
Türkiye’de derslik yapımı, öğretmen istihdamı, okullaşma oranı gibi nicel konularda ciddi ilerlemeler sağlandı. Ancak bazı olumlu göstergelere karşın, eğitim sisteminin çok ciddi ve kronik sorunları bulunuyor. PISA, TIMSS gibi uluslararası göstergelerde maalesef ülkemiz sonlarda yer alıyor.
Kat edilecek çok yolumuz var daha. Temel sorunlarımızı halletmeden eğitimde bir atılım gerçekleştiremeyiz.
Türkiye’de öğretmen açığı 127 bin, ücretli öğretmen sayısı 70 bin civarında. Öğretmen açığı bir zülüm haline geldi. Atama bekleyen öğretmen sayısı da yaklaşık 300 bin. Derslik açığı ise 160 bin. Ülkemizde ilköğretimde öğretmen başına düşen öğrenci sayısı 20, OECD ortalaması ise 15. Örneğin bu rakam Danimarka’da 12’ye, Macaristan’da ise 10’a kadar düşüyor. Öğrenci başına yıllık harcama konusunda da veriler iç acıcı değil. Ülkemizde ortaöğretimde öğrenci başına yıllık harcama sadece 2 bin 736 dolar. 9 bin 280 dolar olan OECD ortalamasının oldukça gerisindeyiz. Hala okul müdürlerinin yakıt ve temizlik hizmetleri için bağış toplamak zorunda olduğu bir eğitim sisteminden bahsediyoruz.
‘Delik deşik’ bir eğitim gemisindeyiz
Türkiye’de öğrencilerimizin yüzde 69’u alt ekonomik, sosyal ve kültürel grupta yer alıyor. 2011 TIMMS çalışmasında öğretmenler, 4. sınıf düzeyi çocuklarımızdan temel beslenme eksikliği nedeniyle öğretimi aksayanların oranını yüzde 78 olarak ifade ediyorlar. Bu oran, uluslararası ortalamada ise yüzde 29.
Ne yazık ki yükseköğretimde okullaşma oranları açısından da son sıralarda yer alıyoruz.
Nedense kanıksanan, ülkemize özgü bir başka noktaya da dikkatinizi çekmek istiyorum. Kanıksanan diyorum, belki de bundan dolayı bu durum gittikçe daha da tahrip edici boyutlara ulaşıyor. Bunu “iz bırakma sendromu” olarak nitelendirmek belki en masum niteleme olacak. Sendikalar, partilerin il ve ilçe örgütleri, parti yöneticileri, milletvekilleri, vakıflar, dernekler, hemşeri grupları, eğitim dünyasını abluka altına alırken her iktidar veya bakan döneminde yapılan onlarca değişiklik yüzünden bugün artık herkesin kabul ettiği, “delik deşik” bir eğitim gemisiyle, dev dalgalar arasında yol almaya çalışıyoruz.
Ailelerimiz, eğitimcilerimiz, öğrencilerimiz, her gün yüreği ağzında “Acaba yine sınav sistemi değişecek mi?”, “Hangi yeni uygulama gelecek?”, “Bizi nasıl etkileyecek?” endişesiyle yaşıyorlar. Okullarımızda ve toplumumuzda eğitim sistemimize yönelik güven bunalımı, çok üzücüdür ki ciddi bir toplumsal travmaya dönüşmüş durumda. Milyonlarca öğrencimiz, gerçek yaşamda karşılığı olmayan bir süreç için en güzel yıllarını test çözerek geçiriyor.
Bütün sıraladığım bu sorunların işaret ettiği çözümün öncelikle adil bir eğitim sisteminden geçtiğine inanıyoruz.
Eğitimde eşitlik ve adalet kavramını beraber değerlendirmeliyiz
Şimdi soruyoruz; devlet okulları gerçekten parasız mı? Bütçeden eğitime ayrılan payın artmasına rağmen, hala bu konuda birçok ülkenin gerisindeyiz.
Son yıllarda eğitim harcamaları ve bütçeden ayrılan pay ile öğretmen kadrolarındaki artış, niteliği doğrudan etkileyecek şekilde oldu. Ancak eğitim yatırımlarının sıçrama yaratacak nitelikte artmaması ve kaynak kullanımındaki verimsizlik bu tabloyu kötüleştiriyor.
Kaynak kullanımının özel öğretime yansıması açısında da bazı sorunlar mevcut. Herkesin ödediği vergi karşılığında nitelikli eğitime erişmesi gerekiyor. Sonrasında ise kaynaklar dezavantajlı kesimler lehine kullanılmalı. Bu nedenle eğitimde eşitlik kavramını adalet kavramı ile beraber değerlendirmek zorundayız. Ancak adil bir eğitim sistemiyle, herkesin eğitimden aynı derecede fayda sağlamasının gerçekleşeceğini düşünüyoruz.
Eğitim vasıtasıyla ortak paydada buluşacağız
Herkesin, ama herkesin kendi potansiyeli çerçevesinde öğrenme ve temel becerileri kazanmaya hakkı olduğunu unutmayalım. Bunu sağlamanın yolu da eğitim sistemimizi ortak bir felsefe, strateji ve model üzerine oturtmaktan geçiyor. Eğitimin kalitesinin dolayısıyla ülkemizin ekonomik ve kültürel kaderinin değişmesi için bunu başarmak zorundayız.
Devlet artık ya evrensel, demokratik ve yerel değerleri önemseyen bir çizgiye gelecek ya da on yıllardır yaptığı gibi gerçek yaşamda karşılığı olmayan, ideolojik ve tek yanlı tutumunu sürdürerek Türkiye’yi muasır medeniyetlerden uzaklaştıracak.
İşte ulusal programın bir sonucu da, eğitim vasıtasıyla ortak payda üzerine inşa edilmiş millet bilincini tazelemek olacak. Böyle bir tazelenme, millet olarak bir mutabakata imza atmayı gerektirmektedir.
Bu mutabakat, herhangi bir sınırlama olmaksızın ülkemizin tüm evlatlarının potansiyelinin açığa çıkarılması anlamına geliyor. Bilimin rehberliğinde, insanın ve çocuğun yararını gözeten, sistematik, şeffaf, hesap verebilir, kaliteli, sürdürülebilir yapılar kurmak... Yeni bir yapı kurarken bir grubun veya kesimin değil, Türkiye’nin birikimini kullanıyor.
Seçim sonrası ulusal eğitim programı oluşturulmalı
Unutmayalım ki, eğitimin ırk, din, mezhep, ideoloji gibi odaklara dayalı biçimde yapılandırılması toplumsal birleşmeye değil, ayrışmaya yol açıyor. Oysa etik ve bunun uygulaması anlamına gelen ahlaki kodlar, hem evrensel hem de ulusal değerlerle uyumlu bir açılım sağlayabilir. Bu programın, ortak değer ve temeller üzerine oturtacağımız bir eğitim sistemi konusundaki mutabakatın ilk adımı olmasını diliyoruz. Tüm siyasi partilerimizi de, 7 Haziran 2015 genel seçimleri sonrası yeni yasama döneminde neslimizin geleceği için bir araya gelerek ulusal bir eğitim programı oluşturulmasına öncelik vermeye çağırıyoruz.
Üç gün sonra Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlayacağız. TED olarak ulusal iradenin temsilcilerine mutabakat çağrısı yaparken bu programın çocuklarımızın geleceği için de anlamlı bir hediye olduğunu düşünüyoruz.
(Gülseven Özkan / Hürriyet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder